Efsane bu ya..!
Uzun boylu, iri vücutlu, yeşil gözlü, yakışıklı bir delikanlı olan Selamnos, küçük yaştan beri koyun ve keçilerini dağlarda otlatarak yaşamını sürdürürdü.
Hera ise mavi gözlü, uzun ve sarı saçlı, süt beyaz tenliydi. Güzelliğiyle delikanlıların rüyalarını süslerdi. Günlerinin çoğu ormanda geçerdi. Babasıyla beraber yaşayan Hera, ormandan odun, reçine, papatya, nergis çiçeği ve ıhlamur toplamaya giderdi.
Bir gün Selamnos ve Hera, derelerin çağıldayarak aktığı, güneşin ağaçların arasında güler yüzünü gösterdiği ve orman güllerinin bir renk cümbüşüne çevirdiği Cennet yeşili ormanda karşılaşırlar. Bu karşılaşma ve ara ara ormanda buluşmalar zamanla efsanevi bir aşka dönüşür. Bu aşk, Ulukaya’ya Drahna’ya ve Paphlagonia’ya sığmaz olur…
Hera’nın ailesi istemese de onlar evlenmeye karar verirler. Muhteşem bir düğün yaparlar. Selamnos, yiğit ve yakışıklı bir delikanlı, Hera ise adeta bir melektir…
Ne var ki, mutlulukları uzun sürmez... Selamnos, aniden rahatsızlanarak yatağa düşer. Çaresiz bir hastalığın pençesinde kıvranmaktadır. Günler, aylar ve yıllar su gibi akıp gider. Selamnos yapayalnızdır, günden güne daha da erimektedir çaresizlik içerisinde…
Hera ise artık seven kadın değildir, hayata küsmüştür ve kocasından kaçmaya başlar.
Selamnos, Hera’dan kaynaklanan hayal kırıklığı nedeniyle hayatına son vermek istemektedir. Bunun için uygun bir yer düşünürken birden, işte orası, Ulukaya, diye bağırır!..
Koşarak nefes nefese Ulukaya’nın zirvesine ulaşır. “Heraaaaa!..”, “Heraaaaa!..”, “Heraaaaa!..”diye bağırır. Dağlarda yankılanan “Heraaaaa…” sesleri kulağına geri geldikçe inadına bağırmaya devam eder. Bir daha, bir daha derken, Hera’nın hayaliyle boşluğa bırakır kendini…
Aşk Tanrıçası Eros, böyle hazin biten ve herkesin göz pınarlarını dolduran bu aşkının unutulmasını istememektedir. Selamnos’un bedeni, yere değer değmez akıp giden yeraltı suyunu şelaleye dönüştürür. Selamnos, Oluşan şelaleden çıkan suyla beraber, başını taştan taşa vurarak akar gider Karadeniz’e doğru. Ulus dağlarına, ovalarına aşk feryatları sığmaz olur. Tanrıça Eros ile diğer Tanrılar ne yapılması gerektiğine birlikte düşünüp karar verirler.
Verilen karar gereği o günden bu güne; Her kim Ulukaya şelalesinden bir yudum su içerse ya da bir mendil ıslatırsa aşkları tutkuya dönüşecek ve sonsuza dek sürecek, Selamnos’un acıları da bunu göze alabilenlerin sevgisiyle azalacak.”
Sizlere önerimiz, bu öykünün yaşandığı sudan içerek aşk acılarınızı unutup sevginizi güçlendirmek için yolunuzu buralara düşürmenizdir.
Ulus ilçesinde yer alan Hasan Dede Camisi ahşaptan yapılmıştır. Duvarları birbirleri üzerine konulmuş geniş hatıl tahtalarla ve köşe başları birbirine geçme şeklinde kesilerek çatılmış, büyük bir camidir. O dönemde o bölgeye taşları ve sütun direkleri getirmenin neredeyse mümkün olmadığı düşünüldüğünde caminin inşası hayranlık uyandırmaktadır. Caminin minaresi, ortadaki kubbe, çatısının üstü metal (çinko) levhayla kaplanarak örtülmüştür. Bu kadar büyük binada, demir çiviye benzer bir çivi kullanılmamış; sadece ağaç çivilerle ve çatma sistemi şeklinde yapılmıştır.
Binanın yapılış tarihi, bölge Osmanlı Devleti’nin idaresine girmeden birkaç yüz sene öncesine (Candaroğulları Beylik Dönemi'ne tahminen M.1300 veya 1310 senelerine) gitmektedir. Yapılış tarihine göre oldukça iyi durumda günümüze ulaşmıştır. Nesilden nesile anlatılana göre; caminin binası Demirci Hasan Baba tarafından yapılmıştır.
Bu kişi Zeyni Dervişan’dan olup, Ulus Kazası’na ilk geldiğinde cami yapılacak yerin yakınında bir yere yerleşmiştir. Bir süre sonra dağdan kerestelik ağaç kesmeye başlamış, daha sonra kazanın halkına, “ben burada bir cami yapmak istiyorum, bana yardım edin, dağdan kestiğim kerestelik ağaçların çekilerek taşınması için öküz verin” demiş. O çevrede yaşayan Türkler bunun söylediklerine ehemmiyet vermemişler. Ancak her gün görmüşler ki, kutsal caminin yapılacağı yere birer ikişer tomruk şeklinde ağaçlar gelirmiş. Yardım etmeyen ve onun söylediklerine ehemmiyet vermeyenler, bu derviş öküzlerini çalarak dağa kaçırıyor ve dağdan kerestelik ağaçları öküzlerine koşarak buraya getirdiğini düşünüyorlarmış. Böyle düşünenlerden bir grup birlik olup, dervişin gidip geldiği dağ yolunda pusuya yatarak gizlenmişler. Eğer öküzlerini koşmuş ise onu öldürüp vilayetlerinden bu türden insanı yok etmeği planlamışlar. Bir de görmüşler ki, derviş bir çift sığın geyiğini öküz gibi boyunduruğa koşup tomruk çekiyormuş. Bunlar gördükleri karşısında pişmanlık duyup o andan itibaren yardım etme kararı almışlar. Halktan birçok kişi, caminin yapımı için imece cemiyeti davetine katılmışlar. Demirci Hasan Dede çalışanlara yemek verilme gereğini düşünerek, oğluna; “Değirmene git, çıkan unu eve taşı, ancak tekneye (zahire konulan yere) bakma” demiş ve sonra kendisi işine gitmiş. Oğlu çıkan unu taşımaktan yorgun ve bitkin düşmüş, Evin hanımı eve gelen bu kadar çok miktardaki unun sebebini oğluna sorduğunda, oğlu ise babasının emri üzerine imece cemiyetine ekmek olacağını söylemiş, Bunun üzerine evin hanımı; “Bir dağarcık buğdaydan bu kadar un olmaz” deyince, çocuk değirmene tekrar gidip babasının tekneye (zahire konulan yere) örttüğü siyah örtüyü kaldırıp baktığında, bir büyük yılanın ağzından buğday akmakta olduğunu görmüş, Yılan ağzından akıtmakta olduğu buğday tanelerini kesince, oğlu da değirmeni durdurmuş. Oğlu akşam babasına bu olayı anlatınca, o da “Niçin baktın daha çok un alırdık” diyerek cevap vermiş, Kutsal cami binasının inşaatı tamamlanıncaya kadar o un yeterli gelmiş derler.
Hasan Dede Türbesi, kendi inşa ettirdiği caminin 400 m ilerisinde türbe yanı olarak bilinen yerde ve bazı mezarlar arasındadır.
Ulus İlçesi’nin Kalecik Köyü’ndedir. Yapım tarihi bilinmemekte; Şimşirli Baba tarafından bir gecede yapıldığı rivayet edilmektedir. Caminin yanında Şimşirli Baba’nın mezarı, Akşemseddin’in babası Hamza Efendi’nin mezarı ve soğuk suya haiz Akşemseddin Çeşmesi bulunmaktadır. Söylentilere göre Şimşirli Baba, geçimini sahibi olduğu tek inekten elde ettiği süt ürünlerinin takasıyla sağlardı. Bol olan sütün kaynağı aslında yörede yaşayan geyiklerdi. Ayrıca, Şimşirli Baba, bir gecede yaptığı bu caminin malzemesini de aynı gece geyiklerle taşımıştı. Şimşirli Baba Camii ve imareti, bu ilginç öykü dolayısıyla kutsal sayılmakta ve özellikle burayı ziyaret eden genç annelerin doğum sonrası az olan sütlerinin artacağına inanılmaktadır.